Görünce aşık oldum, o güzel gözlerine
Başkasını istemem, benim gönlüm sende!
Hayatında hiç unutamadığın anlar neler diye sorsalar, bu anların içine "ilk görüşte aşk anı"nı kesinlikle koyabilirim, hem de ilk sıralara.
Dokunamıyorsun, göremiyorsun, yiyip içemiyorsun, koklayamıyorsun ama var. İlk görüşte aşk, hayatın içinde var. Ben yaşadım.
Birçok kere aşık oldum. İlk aşık olduğumda ilkokul birinci sınıf öğrencisiydim. Birçok kere dedim ama belki bazısı sadece aşırı hoşlanma haliydi. İlk gençlik heyecanı ile ben onu "aşk" diye adlandırmış olabilirim. Geriye dönüp baktığımda bu aşık olma, aşırı hoşlanma hissini tatlı, iç gıcıklayıcı heyecanlar olarak anıyorum.
Gelelim hikayeye; yalnız emin olun, şu satırdan itibaren yazdığım her bir kelimeyi mütebessim bir ifade ile yazıyorum. Her hatırladığımda o hissi tekrardan yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Lise birinci sınıf öğrencisiydim. Okulumuzun klüp seçmeleri yapılıyordu. Ben "Müsamere ve Temsil Klübü"ne yazılmıştım. Bu klubün isteklisi pek bolmuş ki, ilk toplantıda bir sınıfı hınca hınç doldurmuştuk. Dediler ki "biz şimdi seçim yapacağız, bu klübün başkanı, başkan yardımcısı, yazmanı kim olacak, onu seçeceğiz çocuklar"... Çok isteyerek yazılmıştım, birşeyde görev alırım diye düşünüyordum. Derken başkan seçildi, yardımcısı seçildi, sıra geldi yazmana. Üst sınıflardan olduğunu düşündüğüm bir çocuk tahtaya geçti. Fiziksel olarak göze hitap eden ayırdedici hiçbir özelliği olmayan bir çocuk. Kara kuru. Zayıf. Arka sıralarda oturuyordum, çok iyi hatırlıyorum. Normalde gri kumaş pantolon, lacivert ceket giyen erkek öğrencilerin aksine, bu çocuğun ceketi de gri idi. Tahtaya adını yazdı. Hayatımda gördüğüm en güzel yazıydı. Mükemmeldi diyebilirim. İsmi de güzeldi, bir erkekte ilk defa duyduğum bir isimdi. Ne olduysa o anda oldu. Kitlenip kaldım. Gözlerimi, bu hayatımda ilk defa gördüğüm çocuktan ayıramıyordum. Boğazımın şiştiğini, yutkunamadığımı, yanaklarımın kızardığını anlıyordum. Kalbim! Ah onu hiç sormayın. Öyle hızlı atıyordu ki, kalbimin atışını sınıftakiler duyacak diye ödüm kopmaya başlamıştı. Ya duyarlarsa, ya herkesin bakışları bana dönerse. Zaten kıpkırmızı olmuştum. Yerimden kalkmama imkan yoktu. Karnımda milyarlarca kelebek uçuşuyor, kulaklarım uğulduyor, ağırlığımı hissetmiyordum. "Yazman olarak bu arkadaşınızı seçmek isteyenler kimler?" diye sordu öğretmen. İlk benim elim kalktı. Nasıl kalktı, anlayamıyordum. Çünkü kaslarıma bile söz geçirecek durumda değildim. Hasılı, bu kara kuru, zayıf, gri takım elbiseli çocuk yazman seçildi. Adını o an mıh gibi beynime kazımıştım.
Sınıf dağıldı, lakin ben de dağılmıştım. İlk işim hemen bu çocuğun hangi sınıfta okuduğunu öğrenmek oldu. Son sınıf öğrencisiydi. Okulumuzun öğretmenlerinden birinin de oğluydu hatta ve hatta onur ödülü alan çalışkan öğrencilerdendi.
Ben her zaman, aşkın sürecini seven biri oldum. Aşkın kendisini seviyordum, aşık olunanı değil. Bunu ileriki yaşlarımda anladım.
Bir yıl boyunca ben, bu çocuğa aşık olarak geçirdim günlerimi. Bir yol boyunca, aşık ve mutlu olarak yaşadım. Kendisi ile hiç bir zaman tanışamadım çünkü çok utanıyordum ve cesaretim de yoktu. Beni cesaretlendirmeye çalışan, aracı olmaya çalışan tatlı arkadaşlarım da vardı. Bir keresinde arkadaşım, ona "Senden hoşlanan çok cana yakın bir arkadaşım var" deyince o "Cana yakın değil, bana yakın olsun yeter" demiş. Anladığım kadarıyla benim aşk hormonlarımla onun hormonları farklı çalışıyordu.
Bunu duymak beni aşkımdan yıldırdı mı? Hayır. İsmi de o kadar güzeldi ki, tarih kitabında zırt pırt karşıma çıkardı ve ben yazılıya çalışmak yerine, tatlı hülyalara dalardım çoğu zaman. Bu aşk bana başka neler yaptırdı? Nöbetçi kulübesinin duvarına şiir yazdırdı, okul sırama ismini kazıttı. Bir keresinde müdüriyet katındaki onur öğrencileri panosundaki fotoğrafını bir arkadaşım benim için aşırmıştı. Hala bir yerlerde durur o siyah beyaz fotoğraf.
Bir kere, tanışacak gibi olduk. Öğretmenler günüydü ve müsamere yapılacaktı. İzleyici sıralarındaydık ve yanıma geldi oturdu. Bacak bacak üstüne attı. Bir de tiki vardı, sürekli dudağının bir kenarını ısırırdı. Başladı dudağını ısırmaya. Ben yine bir put olmuştum. Yanımdaki arkadaşlarım gülmeye, tabiri yerindeyse kişnemeye başladılar. Ve o... kalkıp gitti. Gitti kuşum... Öyle bakakaldım.
Hikayenin gerisi... O mezun oldu gitti. Çalışkan bir öğrenci olarak çok güzel bir bölüm kazandı. Bir yıl sonra, tesadüfen tren istasyonunda gördüm kendisini. Benim üzerimde forma değil, çok hoş bir elbise vardı... Makyajlıydım, saçlarım da upuzundu. Aynı vagona bindik. ayakta, yan yana seyahat ettik. Beni süzdüğünü anlıyordum ama çıkarabildiğini düşünmüyorum.
Bu, onu son görüşüm oldu.
Yazımı bitirdim. Şu an yanaklarım alev alev...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder