Şimdi aramızda olmaması bir kardeşim olduğu gerçeğini sonsuza kadar değiştirmeyecek. Bir zamanlar benim de bir kardeşim vardı, adı Ümit'ti.
Ümit, hayatımın yirmi altı yılına eşlik etti. Bugün onun doğum günü.
Doğum günü... doğduğu gün.
Evet. Babam beni yuvadan aldı, opel cadet arabımıza bindik. Üzerimde lacivert, kapşonu ponponlu mantom vardı. Kapşonumu çıkarmadan arabada otururken, babam karlı Berlin yollarında bana birşey söylemeden arabasını sürüyordu. Yuvadan neden erken alındığımı bilmiyordum.
Sonra bir hastaneye geldik. Yengem bizden önce gelmişti onu gördüm. Beni açılır kapanır camlı bir kapının önüne sürükledi biri. Muhtemelen yengem. Camın öte tarafında, bir yataklı arabanın içinde ellerini yumruk yapmış, mavi kol bantı takılmış minik bir bebek gösterdiler bana. "Dilek bak bu kardeşin" dedi bir ses. Ikınıp sıkınan küçücük bir canlı. Ümit'i ilk görüşüm olmuştu.
Öncesinde; bir akşam üstü annem elinde bir kutu ile gelmiş "bunu sana kardeşin gönderdi" demişti. Kutudan kahverengi bir çift panduf çıkmıştı. Kendisi gelmeden, hediyeleri gelmişti kardeşimin.
Ve Ümit aramıza katıldı. Ben Dilek'tim, dilenen. O da Ümit'ti, ümit edilen. Hatırlıyorum, kulağına ezan okuyan hocayı. İzettin Ümit! demiş. İzettin ne alaka, hala çözmüş değilim ama sahne gözümün önünde. Sonraları onu sinirlendirmek için ona "İzettin!!!. tin tin tin" derdim. Aramız tamı tamına beş yaştı, ikimiz de kış çocuğuyduk.
Anneannem, Ümit'e pazenden üzeri yeşil ördekli bir pijama diktirip göndermişti. Sürekli kıçından düşüp dururdu. Hafızama, annemin elektrikli süpürgeyi aniden kapatışı ve Ümit'i pijamasının iki tarafından tutup havaya kaldırışı kazınmış. Nasıl da hoşuna gitmişti bücürün, havalandığında müthiş mutlu olmuştu.
Bana hiç "Abla" demedi. Hep "Dilek" oldum onun için. Arkamdan "diyek, diyek" diye dolanırdı. Sayesinde bir keresinde kolumu, bir keresinde dişimi kırmışlığım var. Kolumu yakmışlığım da var. Yaramazlığına beni de ortak ederdi anlayacağınız.
İki kardeş, çocukken en çok sevdiğimiz şey çikolata yemekti. Sandalyelerden araba yapar, üzerine battaniye kapatır, kendimizi uzayda zannederdik. Ben sırtı üstü uzanır, onu da ayaklarımla havaya kaldırır, sırtıma alır, omzuma alır gezdirirdim. Şarkı söyler, yakalamaca, saklambaç, yatakta zıplamaca oynardık. Çok eğlenirdik. Onu uzaktan gıdıklamaca oyunu yapardım, huylanır, sanki gerçekten onu gıdıklıyormuş gibi kıkırdardı. Evde yalnız kaldığımız bir gece, yatakta yanına yatmıştım. Bana sıkı sıkı sarılmıştı. Korkuyordum ben de ama ablaydım, ona belli etmemiştim.
Ümit hep yaramaz bir çocuk oldu. Para harcamayı çok severdi, harçlığını hemen bitirirdi. Ders çalıştığını, kitap okuduğunu hiç görmezdim ama müthiş bir genel kültürü vardı. İnce düşünceli, kibar, kendine özen gösteren, espirili, girişken, girişimci bir genç adam oldu ileri ki yaşlarında.
Saçlarını çok severdim. Canım benim...
Ve şimdi... Şimdi Ümit çok uzaklarda. Bedenen yok ama kalbimin ta en derininde. Geriye doğru bakınca, yirmi altı yılda beni bir kez olsun kırmadığına şahitlik edebilirim. Beni kızdırdığı çok olmuştur ama kırdığı hiç olmamıştır. Tek pişmanlığım; ona "seni çok seviyorum" dememiş olmak. Sarılırdım, öperdim, koklardım ama "seni seviyorum" hiç demezdim. Son görüşümde de onu öptüm öptüm, kokladım, sarıldım. Zaman orada donsun istedim. O "zaman" donmadı... geçti gitti.
Anılarımız çok tabi. Hafızam çok iyidir, sayfalarca yazabilirim. Ama farkettim ki, bazen anılar da acıtıyor. Bu yazıyı onu gülümseyerek anmak için kaleme almıştım ama sonunu getiremeyeceğim. Benim nezdimde kardeşim iyi bir insandı. İyi bir insan olarak vefat etti. Sadece benim hayatıma değil, arkadaşlarının dostlarının da hayatına dokundu elbet ve kimbilir ne anılar bıraktı. Rabbim kimseye evlat acısı, kardeş acısı tattırmasın, temennimiz duamız bu ama işte, hepimiz birilerinin evladı, kardeşiyiz... Hak vaki oldu mu, diyecek birşey yok. Mesele, sabretmek.
.
.
.Kalbimin kapanmayan yarasısın sen Ümit. Seni seviyorum. Doğum günün kutlu olsun.